6 Mart 2016 Pazar

Robert Mugabe’s Great Zimbabwe “Zimbabwe’s Past”


Siyasi tarih ve askeri tarih kitapları yazarı olan James R. Arnold ve Roberta Wiener’ın yazdığı kitaptır.

Kalifornya’dan biraz daha küçük, Güney Afrika’da bulunan bir ülkedir. Başkenti Harare’dir. Resmi dilleri İngilizce, Shonaca ve Ndebelece’dir. En eski yerlileri Bushmen, veya başka adıyla San’lardır. Avcılıkla uğraşan göçebe bir milletti ve kayıtlı tarihten binlerce yıl önceden beri varlardı. Yaklaşık bin yıl önce Zimbabve topraklarına Kuzey’den Shona insanları geldiler ve beraberinde sürülerini getirdiler. San insanlarını kovup kendileri yerleşik hayata ve tarım ve hayvancılığa  başladılar. Erken Shona insanları krallıklarının merkezine “Great Zimbabwe (Büyük Zimbabve)” isimli bir kale yaptılar. Ama krallık yıkıldıktan sonra kale kullanılmaz oldu. İleriki zamanlarda Shona ve Ndebele toplumları arasındaki rekabet, Zimbabve’nin tarihie büyük etki bıraktı. İki grup da Bantu dillerini konuşuyorlardı.Shonalar Mashona, Ndebeleler Sindebele konuşuyorlardı. 1830 lara kadar Shonalar Zimbabve’de dominant ırklardı, fakat Nbedele grubu sonraki elli yıl boyunca Shona’ların katliamını yaptı ve Zimbabve’deki dominant ırk haline geldi. Ve böylece iki grup arasında anlaşmazlık ve düşmanlık oluştu.
Avrupalilarin Gelişi
Keşif dönemleri sırasında (1400-1600 dönemleri arası) Avrupalılar Hindistan ile bağlanacakları bir ticaret yolu bulmak üzere keşfe çıkarlar. Chrıstopher Columbus Atlantic Okyanusu’nun Batısına gittiği zaman1492’de New World (Yeni Dünya), Afrika kıtasını keşfetti. Fakat Columbus’dan önce Güney Afrika kıyılarına açılmış ve bölgeyi iyicene öğrenmişlerdir. 15. yüzyılın sonunda, Afrikanın iç kısımlarını merak edip, yeni yollar bulma ümidi ile Afrika topraklarına girdiler. 1511 yılında Portekiz kaşif Antonio Fernandes, Afrika topraklarına ilk ayak basan Avrupalı olmuştur.
19. yüzyıla doğru, dönemin keşifçilikten emperyalizme doğru geçtiği zamanlarda, Avrupalı devletler arasında Afrika’da kolonileşme yarışları başladı. Emperyal güçler- Büyük Britanya, Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, ve Portekiz- Afrika kıtasına girdiler. Amaçları, Afrika’nın altın, elmas, sığır, arazi, gibi doğal kaynaklarını sömürmekti. Devletleri tarafından desteklenen ordular yerleştirildi. Kısa zamanda azınlık olan Beyaz ırk, Afrika’nın yerlileri olan Siyah ırkı yönetmeye başladı. Sonunda Afrika İngiltere’nin egemenliği altına girdi. 1889’da Britanyalı elmas tüccarı Cecil John Rhodes British South Africa Company (Britanya Güney Afrika Şirketi) kurmuş, ve zamane Britanya kraliçesi Queen Victoria ona Afrika’yı İngiliz “koruması” altına alması için idare gücü vermiştir.

Avrupalıların çoğu, Afrika’yı bu  şekilde yönetip, insanları kontrol etmenin gayet normal olduğunu düşünüyorlardı. Hatta “vahşi” Afrika insanlarının hayat kalitesini arttırmada yardım ettiklerini söylüyorlardı. Aynı zamanda Afrikalılara  doğru tanrı yolunu gösterdiklerini idda ediyorlardı. Afrika’ya Hristiyanlığı getirmek için uğraşılıyordu.
1980 yılında tam bağımasızlıpına kavuşmuştur. Zimbabve şu an Cumhuriyet ile yönetiliyor ve Robert Mugabe Devlet Başkanlığı yapıyor. Ülkede Hristiyanlık %85'lik oran ile en yaygın din haline gelmiştir.


27 Şubat 2016 Cumartesi

The End of the Shoguns and The Birth of Modern Japan

 


Japonya 16. Yüzyıla kadar kendi içine kapalı yaşamıştır. Daha sonralarda Çin ve Rusya’la tanışan Japonya’da çin alfabesi ve konfüçyanizm dini geleneksel doğadaki ruhlara tapma inancınının yerini almaya başlamıştır. Günümüzde Japonların 3 tane alfabeye sahip olmalarındaki en büyük sebeplerden biri çinlilerin alfabesini kullanmalarıdır. Eğer benim gibi japonca öğrenmeyi denediyseniz veya öğreniyosanız bunun ne kadar karmaşık ve zor bir şey olduğunun farkındasınızdır.

17-18. yüzyıla gelindiğinde ise batılı devletlerle (İngiltere, Fransa, ABD, Almanya) tanışmışlardır. Dönemin imparatorları batılılı devletlerle ticaret yapmaya ve topraklarını onlara açmaya başladığında Japonya’da modernleşme akımı başlamıştır. Bu akım kılık kıyafetten orduya kadar herşeyi değiştirmeye başlamıştır. Öncesinde Shogun’a bağlı samuraylardan oluşan bir orduya sahip japonya’da batılı silahlarla donatılmış modern bir ordu kurulmuştur. Bu orduyu Oda Nabugana kurdurmuşturç Modern silah kullanan bu ordunun başarısının sebebi erkenden bu silhları kulllanmya başlamasıdır. Ayrıca Japonya’da Hristiyanlık yayılmaya başlamıştır.

 19. yüzyılın sonlarında ise imparator Meiji tam anlamıyla modern ve geneneklerine sadık bir uygarlık kurmaya çalışsada japonya artık modernleşmiştir ve eski geleneklere sadık nüfus azınlık durumuna düşmüşlerdir. Modernleşmeye karşı gelen bu samuraylara karşı mücadele başlamıştır. Kılıçlarla ve yüzyıllardır kullanılan geleneklerin yerini ateşli silahlar almaya başlayınca Shogun ve samurayları birleşip direnişe geçtiler. “Silah bulundu mertlik bozuldu” sözü bu olayı ne kadar da güzel özetlemiş. Samuraylar bu şavaşı kaybettiler ama gelenkleri hala daha devam etmektedir.

Japon savaş sporlarını hepiniz biliyosunuzdur hatta belki benim gibi eğitimini alıyosunuzdur. O sporların kökenleri işte o samurayların hüküm sürdüğü  dönemlere aittir. Eğer bu sporlardan birisine ilgi duyuyorsanız bence bu kitabı kesinlikle okuyun. Japon kültürünün ne kadar ve nasıl değiştiğini ve samuray kültürüyle alakalı çok şey öğrenebilceğiniz ve öğrenirken eğlenceğiniz bir kitap olduğunu düşünmekteyim. 
Sinem Tuncel
Tarih
9B 180
25/02/16

TÜRK TARİHİNDE KADIN VE SAVAŞ KİTABININ ÖZETİ

    Hava Selçuk tarafından kaleme alınan Türk Tarihinde Kadın ve Savaş kitabı altı bölüme ayrılmıştır. Sadece Türk kadınları değil başka milletlerin kadınları da ele alınmıştır. XX. Yüzyıla kadar geçen tarihi süreç içerisinde en çok kadının mücadeledeki kahramanlıkları, yeri ve önemi konu alınmıştır. Bu kitabın ikinci bölümü incelenecektir. Yani, Türkler başta olmak üzere diğer millet ve devletlerdeki kadınların da üzerinde durulacaktır.
    Kadınların toplumdaki yeri efsanelerde ve destanlarda daima bir şeref, ahlak, namus, fedakarlık ve iffetin sembolüdür. Günümüzde her ne kadar kadın erkek eşitliği üzerine çalışmalar bulunsa da durum pek de farklı değildir. Ama bundan yıllar öncesine bakılırsa ortada büyük bir fark söz konusudur. Bu kitapta birçok uygarlıktaki kadının toplumdaki yeri ve önemi üzerinde durulmuştur. Bu konuda verilebilecek en iyi örnek kadınların Milli Mücadele’deki kahramanlıklarıdır. Vatan uğruna her şeyi göze alıp savaşmışlardır ve en önemlisi de kendilerini erkeklerden ayrı gayrı görmemiştirler. Vatanın sadece erkeğin değil, aynı zamanda kadının da olduğunu verdikleri emek ile kanıtlamıştırlar. Bunların yanı sıra başka devletlerde kadın sadece hane işleriyle uğraşan, siyasi işlere karışmayan ve her türlü hak ve özgürlüğünün kısıtlanmasına razı olan bireyler olmuşlardır. İngiltere’de kadınların İncil’e el sürmesi dahi yasaktı. Bir başka örnek ise Çin’de kadınlar insan bile sayılmıyorlardı.
     Türk tarihinin diğer milletlerin tarihinden çok farklı olduğu bu kitapta gözler önüne serilmiştir. Farklı coğrafyalarda birden çok devlet kurmuşlardır. Bu kitapta bahsedilen coğrafyalarda kahramanlıkları dillere destan olmuş kadınlar (hatunlar) incelenmiştir. Eşini tutsaklıktan kurtarmak isteyen kadın, kendisiyle evlenmek isteyen kişinin kendisinden daha iyi bir savaşçı olmasını isteyen kadın, düşmana esir düşmemek için ölümüne mücadele eden kadın bu dünyadaki en değerli kahraman olduğu vurgulanmıştır. Netice olarak Türk kadını, iyi bir anne, savaşçı, iyi bir eş ve yeri geldiğinde silahını kuşanan ve ok atan vatanını düşmanlardan ve evlatlarından korumak için savaşacak koca yürekli kahramanlardır.












Kaynakça:

Selçuk, Hava. “Türk Tarihinde Kadın ve Savaş”. Çizgi Kitabevi yayınları. Konya.2014

26 Şubat 2016 Cuma

Neden Osmanlı? -Cahit Ülkü

Neden Osmanlı
                          -Cahit Ülkü

Cahit Ülkü, 1941 yılında Ankara'da doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'ni bitirdikten sonra Ankara'da serbest proje mimarlığı yaptı. 12 Eylül 1980 darbesi, siyasetle yakından ilgilenmesine neden oldu. 1984 yılında , kuruluş halindeki Demokratik Sol Parti'nin Yazışma Merkezi Sözcülüğü görevini üstlendi. 1986 yılında İzmir'e yerleşti. 1992 yılından başlayarak, tarih konusunda bilgi birikimlerini notlar halinde toparlamaya, daha sonra da kurucusu ve yöneticisi olduğu bir yerel radyoda Saklı Tarih başlığı altında yayınlamaya başladı.Cahit Ülkü yazdığı “Neden Osmanlı” kitabında Osmanlı öncesi ve sonrası dönemlerden bahsetmiş, neden en son Osmanlı’ya karar verildiğini anlatmıştır. Bir sürü beyliğin hükmettiği Anadolu topraklarında Osmanoğulları’nın nasıl başa geçtiğini ve nasıl topraklarını genişlettiğini, nasıl gücünü koruduğunu açıklamıştır. Selçuklu’nun hükmettiği toprakların hanedansız kalması sonucu ve halkın maddi, manevi donanıma ihtiyaç duyması ve halkın Selçuklu’ya olan bağlılığı o dönemde dikkat çekmiştir. Osmanlı’nın o zamanlar halka aşıladığı güven ve Selçuklulara olan saygısı sayesinde başa geçmeyi başarmış olduğunu ve Moğollara karşı ülkeyi savunmalarıyla kendi temellerini oluşturmalarını ele almıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun subjektif olduğunu tahminen 2. Mesud’un öldüğü, Selçuklu’nun tahtının boş kaldığı 1308 yılı gibi olduğunu düşünmüştür. Aynı zamanda Osmanlı’nın Selçuklu Devleti’nin devamı olduğunu söylemiştir. Osmanlı’nın en zor zamanlarda bile boyun eğmeyip ülke için savaştıklarını vurgulamıştır. Bir sürü kaynaktan referans aldığını söyleyerek geçmişle ilgili zengin bilgiler vermiştir.


                 Ülkü, Cahit. Neden Osmanlı. Print.
                                                                                                                          Zeynep Musluarslanoğlu
                                                                                                                                         9/F

25 Şubat 2016 Perşembe

Puslu Kıtalar Atlası Özet

                                                                                                                                    Öykü Tayfur
                                                                                                                                    Tarih 9A
                                                                                                                                    08.02.2016

                      
                                                   Puslu Kıtalar Atlası Özeti
                                          İhsan Oktay Anar


   Gerçek hayatta Dünyayı gezip atlas çizmeye cesaret edemeyen Uzun İhsan Efendi, rüyasında Dünyayı gezip uyandıktan sonra atlas çizmeye karar verir bu yüzden Arap İhsan Efendi ve kölesi gelmeden uyku ilacı alıp uykuya dalar. Arap İhsan Efendi ise Kubelik’i bulmak için İstanbul’a gelmektedir çünkü Kubelik ona kazık atmıştır ve bu yüzden ona bir kitap çevirisi yaptırmak istemektedir. Kubelik ise kitabı çevirdikten sonra Uzun İhsan’a Arap İhsan Efendiye vermesi için teslim eder. Kitabın adı “Zagon üzerine ötürme” dir ve Rendekar’a aittir. Kitapta Rendekar her şeyden şüphe etmektedir ancak her şeyden şüphe ettiğinden şüphe edememektedir bundan da kendisinin var olduğu sonucuna ulaşmaktadır. Bunları okuyan Uzun İhsan bunun hakkında çok fazla düşünür ve bunu çözmek için rüya görmeye başlar. Rüyada aynaya bakar ancak kendi yansıması yerine oğlunun yansımasını aynada görür ve rüya gördüğünü bildiği için kendi varlığına inanır ancak kafasında kim olduğuna dair bir yanıt bulamaz. Uyandığında ise düşlerin aslında gerçekler olduğunu düşünür ve eğer bu doğruysa gördüğü her şeyin birer düş olduğunu fark eder. Uzun İhsan’ın oğlu Bünyamin ise babasının hiç çalışmamasına rağmen nasıl hep zengin olduğunu ve bu yüzden kendi babası olup olmadığını öğrenmek için babasının uyku ilacından alır ve rüya görerek bunların cevabını almak ister ancak çok fazla içtiğinden uyanamaz ve insanlar onun öldüğünü düşünüp, gömerler. Mezardan çıkan Bünyamin eve döner bunu gören insanlar konuşmaya başlar ve hikayesi Vardapet’tin kulağına gider ve Bünyamin’i yanında lağımcı olarak çalıştırmak ister. Dünyayı rüyaları dışında hiç gezmeyen Uzun İhsan’da bunu öğrenince oğlunun ayağına büyük bir fırsat geldiğini düşünür ve onu yollamaya karar verir yanına da okuduğu kitabı koyar.

Steve Jobs – Jim Corrigan Ceren Tuncer 9B

Ceren Tuncer
9B 134
Steve Jobs – Jim Corrigan
            Ailesi tarafından evlatlık verilen Steve Jobs’un biyolojik annesinin çocuğu alıcak aile için tek bir şartı vardı o da anne ve babanın üniversite mezunu olmasıdır. Steve’i almaya gelen ilk aile tamda istenilen adaylar olmasına rağmen son anda kız çocuk istedikleri için kara değiştirip Steve’i almamışlardır. Bir gün Paul ve Clara Jobs Steve için gelirler fakat onlarda üniversite mezunu değillerdir. Bunun üzerine aile Steve’i okutup üniversite mezunu yapacaklarının sözünü verir ve bu şart ile Steve’i ailelerine alırlar.
            Steve zor bir çocukluk zamanı geçirmiştir. Taşkın ve okula uymayan hareketleri onun başına çokça bela açmıştır. Steve’in öğretmeni onun okulda sıkıldığını düşünerek ona ileri seviye bir matematik kitabı vermiştir ve bunu yaparsa onu ödüllendireceğini söylemiştir. Steve anlaşmayı kabul etmiştir ve kitabı bitirmiştir. Bu yılın sonunda ise Steve’in okulu bir yıl atlayabileceği kararı verilmiştir. Steve Jobs eğer o öğretmeni olmasaydı belkide sonunun küçük yaşta hapishanede olabileceğini uzun yıllar boyu söylemiştir. Steve lisenin ilk yıllarda da okulda çıkça zorluklar çekmiştir. Ailesinin onu özel bir okula göndericek parası olmadığından aile başka bir yere taşınbarak Steve’in okulunu değiştirmiştir.
            1968’de Steve lise birinci sınıfta iken o zaman üniversite birinci sınıfta olan Stephan Wozniak – kısaca “Woz” ile tanışmıştır. Woz’da Steve gibi elektronik ve mekanikten hoşlanmaktaydı ve okul işleri saçma bulmaktaydı. Steve Jobs gelecekte Woz’dan “Mekanik ile ilgili benden daha çok şey bilen tek insan.” olarak bahsetmiştir. Woz ise Steve için “Mekanik hakkında hiç bir şey bilmiyor.” demiştir. 
            Steve ve Woz Steve’in babasının garajında buluşup bazı icatlar üzerinde çalışıyorlardı. Steve ve Woz ilk defa birlikte blue box yapmışlardır ve bunu satmaya çalışmışlardır. O zamanda çevrede olan fazla silahlı hırsızlar Steve ve Woz’u da bulmuşlardır ve bunun üzerine yaralanmamak için Steve blue box’u hırsızlara vermiştir ve o günden sonra bir daha blue box üzerine çalışmamışlardır.
            1972 yılında Steve o zamanlarda Pong oyunu ile çok meşhur olan Sunnyvale’de işe girmiştir. Şirket yeni oyunları “Atari” için yeni teknisyenler arıyorlardı ve görüştükleri bir isimde Steve Jobs’dı. Steve’den çok kısa bir zamanda oyunu programlayıp hazırlamasını istediler ve ona bunun karşılığında bolca ikramiye vereceklerini söylediler. Steve bunu hemen kabul edip yardım etmesi için arkadaşı Woz’u aradı ve eğer yapabilirlerse ikramiyesini onunla paylaşacağını söyledi. Dört gece boyunca durmadan çalışan ikili sonunda oyunu tamamladılar ve başarılı olup ikramiyeyi aldılar. Steve’e 5000 dolar ikramiye verilmesine rağmen Steve Woz’a sadece 700 dolar ikramiye aldığını söyleyerek onu paylaşmıştır. Woz’un bu olaydan uzun bir süre haberi olmamıştır. Bunu öğrenince çok üzüldüğünü fakat o işin ona çok fazla şey öğrettiğini söylemiştir.

            1976 yılında Steve ve Woz “Apple Computer” isminde bir şirket kurmak için kollarını sıvamışlardır. Şirketi kurmak için para ararlarken birkaç gün içinde Byte Shop mağazalarında satmak için Steve ve Woz’dan elli adet Apple bilgisayar istemiştir ve sonunda da onlara büyük miktarda para vereceğini açıklamıştır. Steve bir ekip kurarak bilgisayar yapımına başlamıştır. Son gün Steve elli tane devre tahtasını iletmiştir. Fakat şirket sahibi çok etkilenmemişti çünkü o tamamen bitmiş bir bilgisayar beklemekteydi buna rağmen Steve’e parasını verdi. İlk Apple bilgisayarı her ne kadar büyük bir başarıda olsa tahta kaplı ve modern görünmemesi nedeniyle Steve’i tatmin etmemişti. Steve için ilk bilgisayar eski bir yazar kasaya benziyordu. Bu bilgisayardan sonraki bilgisayarı sadece yani Apple II’nin sadece plastik kaplamadan ve siyah ile beyaz renklerinden oluşmasına karar verdi.

23 Şubat 2016 Salı

Son İmparatorluk Osmanlı

                                                Son İmparatorluk Osmanlı - İlber Ortaylı

                   
          İlber Ortaylı kitabı, kitaba giriş, geçmişi düşünerek anmalıyız , Osmanoğulları ve Halifelik , Tarih ve Osmanlı Tarihine yaklaşım, tarih bilinci Osmanlı ve son imparatorluk Osmanlı olmak üzere 6 bölüme ayırmış.
         İlk bölümde Kitap imparatorluk niteliklerini, Osmanlının tarihini samimi bir dille çok iyi anlatıyor.Aynı zamanda o bölümde geçen konuya paralel olarak başka bilgilerde satır aralarında saklı. İlber Ortaylı kitapta önce bir devletin imparatorluk olabilmesi için gereken şeyleri anlatıyor, daha sonra sömürgecilik ve imparatorluğun farkını anlatıp sonlara doğru Osmanlı tarihini anlatıyor.Kitap süresince Osmanlı ile diğer devletleri kıyaslayarak okuyucunun zihninde olayın daha net canlanmasını sağlıyor.
        İkinci bölüm olan Geçmişi düşünerek anmalyız'da, kitap imparatorluk niteliklerini, Osmanlının tarihini samimi bir dille çok iyi anlatıyor.Aynı zamanda o bölümde geçen konuya paralel olarak başka bilgilerde satır aralarında saklı. İlber Ortaylı kitapta önce bir devletin imparatorluk olabilmesi için gereken şeyleri anlatıyor, daha sonra sömürgecilik ve imparatorluğun farkını anlatıp sonlara doğru Osmanlı tarihini anlatıyor.Kitap süresince Osmanlı ile diğer devletleri kıyaslayarak okuyucunun zihninde olayın daha net canlanmasını sağlıyor.
             Üçüncü bölümde Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri anlatılmış.
       II.Abdülhamid’den sonraki dönem ve yıkılış, halifeliğin kaybedilişi ve Kurtuluş Savaşına kadar olan dönem konu alınmış. İlber Ortaylı bunları anlatırken en ufak detaylara girmiş, okuyucuyu her konuda bilgilendirmekten kaçınmamış.Ve en önemlisi yaşanan bütün o karışık olaylara her zaman objektif bakmış, görüş olarak hiçbir tarafa kaymamış.
              Kitabın 4. yani tarih ve Osmanlı Tarihine Yaklaşım bölümünde İlber Ortaylı tarih biliminin geçmişini ve anlamlarını açıklıyor.Bir tarihçinin nasıl olması gerektiğini anlatıyor.Birinci elden ve ikinci elden kaynakların farkını anlatıyor.Osmanlı’nın tarihçilik geçmişini ve tarih yazıcılığını anlatıyor.
             5. bölümde tarih bilinci önemli bir konu.Diğer milletler ile bizi kıyaslayarak tarih bilincini somut bir şekilde okuyucuya vermiş.Diğer milletlerin bütün dünya tarafından bilinen çok önemli tarihçilerinin olduğunu, bizim ise son dönemlere kadar göze çarpan bir tarihçimizin olmadığını ve bu yüzden toplumun tarih bilincinin gelişmediğinden bahsediyor.
             Son bölüm olan Son İmparatorluk Osmanlı bölümünde imparatorluk olmanın özelliklerini sayan İlber Ortaylı, Osmanlı’nın son üniversal imparatorluk olduğunu söylüyor.Aynı zamanda büyük imparatorluklar olan Bizans ve Roma imparatorlukları hakkında da bilgi verir.İki Roma vardır tezinin yanlış olduğunu savunan yazar, aslında üç Roma’nın olduğunu üçüncüsünün de Osmanlı İmparatorluğu olduğunu söyler.Son olarak da «Byzantium» yani Bizans kelimesinin aslında Osmanlı düşmanı Alman bir tarihçi tarafından uydurulduğunu Bizanslıların kendilerine Romalı dediklerini aktarır.
            Sonuç olarak kitap boyunca Osmanlı tarihini ve Osmanlı İmparatorluğu'ndaki tarih yazıcılığını kombinleyerek çok güzel bir şekilde İlber Ortaylı,okuyucuyu çok sıkmadan satır aralarına ufak ilgi çekici bilgiler koyarak oldukça güzel ve eğlenceli bir tarih kitabı yazmış.





İlber Ortaylı Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek
Fatih Sultan Mehmet

       Fatih Sultan Mehmet, Padişah II. Mahmud'un oğludur ve 30 Mart 1432'de doğmuştur. Fatih iki ağabeyinin de ölümü sonucu çok küçük yaşta taht başına geçmek durumunda kalmıştır. Tahta iki kere geçen Fatih, Osmanlı tarihinde tahta iki kez geçen ilk padişah olmuştur. Fatih, babasının ölümü sonucu 1451'de ikinci kez tahta çıkmasının ardından 2 yıl sonra 1453'te sadece 21 yaşındayken o zamanki adıyla Konstantinopolis yani İstanbul'u fethederek 1000 yıllık Bizans İmparatorluğuna son vermiştir. İstanbul'u fethetmek için çok büyük uğraşlar veren Fatih Rumeli Hisarı'nı sadece 4 ayda inşa ettirmiştir.  O dönemde denizden geçişi önlemek için Haliç'de zincirler çeken Bizans İmparatorluğu Osmanlı'nın gemileri karadan yürütmesinin ardından bir hamle yapamamış ve Fatih'in bu çok uğraş ve emek gerektiren planı işe yaramıştır. İstanbul'un kalın surları şahi adı verilen toplarla ve hareketli havanlarla geçilmiş ve 150 bin Osmanlı askerinin katıldığı bu fetih 29 Mayıs 1953'te son bulmuştur. Fethin ardından İstanbul'da çok büyük hasarlar meydana gelmiştir ve bunları onarmak için çok büyük uğraşlar sarfedilmiştir. Fatih yıkık ve dökük İstanbul'u onarmıştır. Osmanlı'nın başka başka şehirlerinden çok sayıda insan İstanbul'a gelmiş, camiler, pazar alanları, hangah ve dergahlar inşa edilmiş, kurulmuştur. Bu yenilenmede Kapalı Çarşı'nın ortaya çıkışı ve Ayasofya'nın camii haline getirilmesi gibi olaylar da boy göstermiştir. Kısaca İstanbul'un fethi kısa bir süre zarfı içerisinde olsa da hiç kolay olmamıştır. Büyük eziyetler çekilmiş, uğraşlar verilmiş ve stratejiler uygulanmıştır.

Emir Gamgam 9F

İlber Ortaylı Tarihin İzinde

Tarihin İzinde

Okuduğum "Tarhin İzinde" kitabı İlber Ortaylı'nın söyleşi ve makalelerinden derleme ile oluşmuş bir kitaptır. 13 söyleşi ve 8 makaleden oluşmaktadır.  Bu yazılarda tarih hakkında yanlış bildiklerimiz veya eksik bildiklerimiz İlber Ortaylının sözleriyle ışık bulmaktadır.  İlber Ortaylı olayları derinlemesine araştırıp mantık yürüten ve en doğru bilgiye ulaşmayı çabalayan ünlü bir profesördür.  Söyleşi kısmında söyleşilerindeki önemli sorular, yanlış bilinen cevaplara dikkat çekilmiştir. Beni en çok etkileyen bölüm ise 2. bölüm (Tarihimizin Gerçekleri Henüz Ortaya Çıkmamıştır) oldu.  En Sevdiğim cümle ise kitabın arka kapağında bulunmakta olan "Bazı tarihçilerimiz vardır, diyorlar ki mesela,'Osmanlılar Arapça kullanmış,Farsça kullanmış.' Halbuki Osmanlı'nın Arapça bileni bugün bizim İngilizce bilenimiz kadardır." cümlesi oldu çünkü şimdiye kadar bende Osmanlı'nın Arapça konuştuğunu düşünüyordum.  Arapçayı geri getirmek isteyenler var ve önceden Osmanlıda yaygın olduğunu, daha evrensel olduğunu savunuyorlar fakat bunların hepsinin yanlış olduğunu öğrendim.  Bunun dışında makalelerinden birinde laikliğin Müslümanlık ve Yahudilik olan yerde olamayacağını savunuyor.  İlber Ortaylı din 24 saatimizi ayarladığı için, neler yapıp yapmamamız gerektiğini din belirlediğinden ve sonuç olarak bu devletle olan ilişkiyi etkilediğinden laiklik ve Müslümanlığın bir arada yürümeyeceğini söylüyor.  İlber Ortaylının olaya bu yönden bakışı ise ilgimi çekti, hala aklımda soru işaretleri var.  Birde bunun dışında kitapta "Gençler Osmanlı ve Türk Tarihinin Dışına Çıksınlar" adlı bölüm var.  Burada Türk gençlerine sesleniyor.  Önce eğitimimizi eleştiriyor. Ne batılı kadar destekçi burs veren ve öğrencilerin arkasında duran bir eğitimimiz var nede doğulu gibi bir eğitimimiz va bizimki tam arada ifadelerini kallanmakta ve ben bu görüşe %100 katılıyorum. Sonrasında tarih okuyacak gençlerin neler yapması gerektiği ile ilgili bir soru geliyor ve cevap şu şekilde"Osmanlı tarihi yapmasınlar, lüzumsuz. Gidiyorlar hep Türkiye ve Osmanlı üzerine çalışıyorlar, korkaklıktan bir ikinci Osmanlı yapıyorlar. Yeni yöntemler öğrenmek istemiyorlar, zor geliyor onlara. Eski İran, Mezopotamya, Çin, Slav, Hint, Yeni Yunan, Bizans, İtalya çok önemli. Bunları araştırsınlar, gelsinler benim tavsiyem."  Kısacası birçok eleştiri ve gerçekle dolu bir kitap herkese okumasını öneririm.

21 Şubat 2016 Pazar

Bizans’ın Gizli Tarihi



Bizans’ın Gizli Tarihi
               Yazar, Prokopius adlı bir tarihçidir. Bu tarihi Bizans İmparatoru Justinanus ve İmparatoriçe Teodora’yı anlatır. Teodora gençlik yıllarını hayat kadını olarak geçirir. Bizans’ın ayrısıyla yatmıştır.Justinanus; paragöz, zalim, cahil ve acımasız biridir. Teodora da aynıdır. Oda en az Justinanus gibi paragöz ve zalimdir. Diğer tarihçiler ve Prokopius; imparatoru överlerken, bu kitapta hep kötü yönlerinden bahsetmiştir. Kitapda Komutan Belisarius’dan da bahsediyor. Kendisi perslere karşı savaşan bir komutandır. Sonra imparator, parasını kıskanıp el koyuyor. Asın bayrakları, kitapda Türk olan Hun Devletinden de bahsediyor. Bizans, İran a karşı Hunlarla birlikte oluyor. Antonia diye bir kadından da bahsediyor kitap. Kendi üvey oğluyla ilişki yaşıyor. Kocası ve oğlu onlara karşı birleşiyor. Kitap kısaca bunnlardan bahsediyor.